20 Şubat 2010 Cumartesi

KAFKA KADAR OLAMADINIZ

yüzüm cennet-cehennem
yüzüm
anadolu’dur

Ömer Faruk Hatipoğlu


Odatv okuyucularından Halil Gürsoy bana beni hatırlattı açıkçası.
Otuz yıldan fazladır edebiyat üzerine yazı yazan biri olarak, son günlerde neden, üstelik de az bildiğim siyaset konusunda yazı yazdığımı sorgulattı bana.
Kafka’yı hatırlatınca, kendimi de hatırladım.
Hep olumsuzluklar, yanlışlıklar ve umutsuzluklar üzerine yazı yazmaktan bıktığımı o zaman fark ettim.
Sanatçılar(!) açılım için Başbakan’ın yanında.
İbrahim Tatlıses, Özdemir Erdoğan, Erol Evgin…
Altlarında son model arabalarla açılımı açmaya geldiler.
Tekel işçileri de o sırada eylem yapıyordu…
Kafka’ya dönelim… Sanatçıya dönelim yani. 
Kafka, “Dönüşüm” romanını savaşa ve bürokrasiye karşı yazdı. Bir bakıma Sartre ile, varoluşçulukla örtüşüyordu yazdıkları. Kendi istemi dışında bu dünyanın “esiri” olmaktan nefret ediyor ve haykırıyordu.
Öyle sıradan cümleler kurmadan, basitliğe kaçmadan Gregor Samsa’nın bir sabah uyanışını anlatıyordu.
Bin yıllık edebiyat tarihinde ilk kez biri, yataktan kalktığında kendisini hamamböceği gibi hissediyordu.
Ondan sonra isterseniz yatağınızdan kaplan olarak kalkın, tavşan olarak kalkın… Hiç fark etmez… Kafka bunu yaptıktan sonra, gerisi taklitten öteye geçmez.
İşte bizim Başbakan’ın başına üşüşen sanatçılarımız böyle… Hepsi bir taklitin doğurduğu sanatçılar… Ne aralarında Belafonte var ne Kafka, neTarık Akan, ne Rutkay Aziz ne Orson Welles
Aynı duyarlığı Ankara’da, Sakarya’da yapmaları beklenirdi“sanatçılarımızdan”.
Sinemanın dahi çocuğu Steven Spielberg, bizde “Bela” adıyla gösterilen ilk filmlerinden birinde bir kamyonun ortalama bir binek arabasını sıkıştırmasını anlatır. Filmde binek arabasını kullanan dışında kimseyi görmezsiniz, ama iki saat film size sürükler.
Aynı Spielberg, yıllar sonra Jaws’ı çektiğinde, ardından karıncalar, arılar, yılanlar… Bir yığın benzer film çekilmiştir.
Miguel Unamuno“Sis” adlı romanında kahramanıyla diyaloğa girdiğinde, bir yığın yazar bunu daha once neden kendisinin düşünemediğinden hayıflanarak benzer örneklere girmiştir.
Tolkien kendisine bir “orta dünya” yaratıp orada yaşamaya başladıktan sonra, bir yığın yeni dünyalar yaratılmıştır yazarlarca.
Kafka da böyle bir yazardır.
Bir sabah hamamböceği olarak da uyanabileceğimizi göstermiştir bize.
Sırtı kalın, yönetilmeye hazır ve başına gelecekleri bir sabah ansızın öğrenen bir “kahramandır” Gregor Samsa…
Ne Mickey Spilane’nin Mike Hammer’ine benzer ne Ian Flemming’inJames Bond’una…
En çok da Dostoyevski’nin “Öteki” romanındaki memur Goladkin’e veyaÇehov’un “Bir Memurun Ölümü”ündeki İvan Dmitriç Çeryakov’a benzerSamsa.
İstemeden önündeki adamın ensesine hapşırdığı için dayanamayıp ölen Çeryakov’a.
Sanatçı deyince aklıma Halil Gürsoy gibi, bu insanlar geliyor. Halkının sıkıntıya düştüğünde bayrağı eline alıp başkaldıran insanlar geliyor aklıma… 
Önünü ilikleyip Başbakanlık konutuna koşmak yerine, Ankara’nın Sakarya Caddesi’ndeki işçilerin yanına koşanlar geliyor aklıma ve Kafka olsaydı, orada olurdu diyorum.
Sartre’ın Nobel’i reddetmesi gibi, McCarthy dönemini aklayan “Rıhtımlar Üzerinde” filminde oynamanın verdiği utancı hayatı boyunca yaşayan ve Oscar almaya gitmeyen Marlon Brando gibi, tüm baskılara karşın McCarthy’ye “sen de kim oluyorsun,” diye soran Paul Robsen gibi, dünya dönüyor dediği için yanan Bruno gibi…
Goethe ile Beethoven sokakta dolaşırken, Avusturya İmparatoru atlı arabasıyla yanlarından geçer. Goethe, imparatorun geçtiğini fark edince hemen döner ve “esas duruşa” geçer… Beethoven ise yürümeye devam eder.
İmparator arabadan iner ve Goethe’yi hiç görmemiş gibi Beethoven’in arkasından koşar ve “Nasılsınız ekselansları,” diye sorar.
Beethoven, sokakta karşılaştığı bir ahbap edasıyla, “İyiyim, ya siz?” der ve yürümeye devam eder.
Boris Pasternak, SSCB’de öldüğünde, bir tek devlet görevlisi cenazesine gelmemiştir. Öldüğü günün sabahı, Rus sanatçılardan oluşan kırk kişilik bir gurup onu evinden omuzlarında alıp, mezarlığa kadar taşımıştır.
Michelangelo öldüğünde, üzerinde eski bir battaniye, cebinde de üç İtalyan kuruşu bulunuyordu. 
Hiçbiri statükocu değildi, ama statükoya karşı tavırlarını sanatla gösteriyorlardı.
Herakliatos’tan bu yana gelen “diyalektik” kuralların farkındaydılar.
Sanatçılar bunu fark etmelidir önce.
Sanatçı bunlar…
Milena’ya aşk mektupları yazmayı dünyadaki hiçbir şeye değişmeyen insanlar…
d’Anthes’in karşısına korkmadan çıkan Puşkin’dir sanatçı.
Pinochet’nin karşısında dağ gibi duran Neruda’dır, ülkesinden uzaklarda ölen Nazım Hikmet’tir…
Açılım mı?
Kafka’ya soralım en iyisi…

A. Mümtaz İdil
Odatv.com

20.02.2010 15:10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.