29 Mayıs 2013 Çarşamba

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Bir eylül sabahı, masamın üzerinde günlerdir duran Edip Cansever’in şiir kitabını aldım elime. Rastgele de açtım. Karşımda “Masa da masaymış ha” şiiri… Bir masaya baktım, bir şiire baktım.
Bira içmek için erkendi, ama üstad adamın birinden, muhtemelen de benden söz ediyordu: “Bir bira içmek istiyordu kaç gündür/Masaya biranın dökülüşünü koydu…”
Şiirin insanı yakalamasıydı bu. Kelimelerin beyinde kurulu trapezlerde taklalar atması, dolaşım denilen o sonsuzlukta 110 m. Engelli koşmasıydı.
“Bana mısın,” dememişti Edip Cansever’in masası. “Adam ha babam koyuyordu.”
William Faulkner’in dehası tartışılmaz, ama Faulkner’in sarhoşluğu da tartışılmaz.
Ernest Hemingway’in de öyle… Gellhorn itiraz eder yaşamın bu çarpıklığına. “İkimiz de dün akşam içtik. Sen benim iki mislim içtin, ama sabahın altısı ve sen romanını yazıyorsun!”
“İki ayyaş” da rakının dibini bulduklarında top sesleri Afyon’dan duyuluyordu.
Birkaç ayyaş ile Rus ordusu, Hitler’in su kuyularını votkayla dolduruyordu.
O sıralarda Berlin meydanında kitaplar daha iyi yansın diye Goebbels elindeki viskiyi kitapların üzerine döküyordu.
31 Aralık 1958’de Fidel Castro, Dominik’e kaçan Batista’nın ardından konyağını yudumluyordu.
J.Paul Sartre, Cezayir savaşına katılmak istemeyen genç öğrenciyi,“benden istediğin cevabı almak için geldin, o cevabı sana vermeyeceğim evlat,” diye kovuyordu. Delikanlı, “sarhoş” diye çıkıyordu ünlü yazarın evinden, öğrenci hiç “sarhoş” olamadı.
Arthur Rimbaud “Sarhoş Gemi’yi yazıyordu, Pablo Neruda’nın “Balla Sarhoş” şiirini yazacağını bilmeden.
“İçkiye benzer bir şey var bu havalarda,” diyordu Orhan Veli Kanık,“Sarhoş ediyor insanı, sarhoş.”
Edip Cansever ile girdik, zira 28 Mayıs bu büyük ozanın ölüm yıldönümüydü. Pek de akla gelmedi.
Türk şiirine damgasını vurmuştu, pervasızdı, aşka tutkundu… İçerdi de…
Can Yücel değildi belki, ama severdi içmeyi.
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Yazmış işte Edip Cansever, daha ne yazacaksınız ki üzerine?
Eski bir Kızılderili sözünü söylemekten başka yapacak bir şey yok: “Ne bütün ayyaşlar kötüdür, ne de bütün ayıklar iyi.”
Bu hükümetin topluma ayar vermeye çalışmasının sınırları giderek açılıyor. Bir süre sonra beyaz ekmek yemeyi yasaklamanın dışında talepler de gelecek bu gidişle.
Kadınların orasına burasına karışmanın, kaç çocuk yapılacağına karar vermenin, nerede içki içileceğini belirlemenin, neleri okumamız gerektiğini vurgulamanın ve daha onlarca toplum mühendisliği projesini uygulamanın bir karşılığı olmalı.
Koyun yetiştirmek…

Mümtaz İdil

Odatv.com


29.05.2013 16:50

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.