24 Temmuz 2010 Cumartesi

"YAVŞAK" TARTIŞMASINA BEN DE GİRİYORUM

Fazıl Say, çok doğru olan bir sözü, yanlış kelimeyle ifade etti; yer yerinden oynadı.
Arabesk müziğin insanı“yavşattığı” kesin de, buna Fazıl Say “uyuşukluk” deseydi, çok daha az tepki alırdı. Oysa kastettiği tamamiyle uyuşukluktu.
E yani, yalan mı?
Bir “elit” nefretidir sürüp gidiyor. Biraz dilimize pelesenk ettiğimiz “çağdaş batı” uygarlığından söz edecek olursanız, yazınızda o kesimden örnekler verecek olursanız, hemen damga geliyor: “Bu ne batı hayranlığı, bu ne biçim elitlik,” diye.
Şöyle kafanızı bir kaldırıp da mağaza ve dükkan isimlerinde neredeyse tek bir Türkçe kelime bulamadığınız sokaklarda dolaşırken, tepki yok...
Ama Voltaire’den, Dostoyevski’den, Chopin’den, Dali’den dem vurduğunuzda, Teksas kovboylarının ellerindeki “bufallo” damgası gibi, damga hazır: “Hadi oradan elit!”Bir dakika durmak gerek. Yazısında, müziğinde, yarattığı eserinde kendisinden önce keşfedilmiş sulardan geçerek yeni bir eser yaratan kişi elit...
“Elize” pavyonunda malt viskisini yudumlayan, “kaderin kendisine çizdiği yolu, cebindeki iki paket Amerikan sigarasıyla tüketen,” vatansever...
Vatansever de demeyelim hadi, bu aralar o da “hakarete” giriyor... Liberal...
Fazıl Say’a saldırıların temelinde müzik bilmezlik, müziğe saygısızlık, müzik ile gürültü arasındaki farkı bilmemezlik... Ne ararsanız var.
Müzik yok.
“Yazık, sizi müzisyen sanmıştık,” demek kolay. Yavruları klasik müzik eğitimi alırken üstelik.
Niye müzisyen olmadığını, müziği hangi kriterlerle ölçtüğü yok...
Hem diyeceksin ki, “halkı yıllardır apolitik olmaya mahkum ettiler... 12 Eylül bu ülkede zaten yeni filizlenmiş kültürü de yok etti... Askerler tüm ülkenin iyiye yönelik her şeyini ortadan kaldırdı...” Hem de Hasan Mutlucan sabah hangi türküyle bizi uyandıracak diye radyo-televizyon açık uyursan, olmaz!
Zırva, dersin.
Eh, ben de zırva derim... Zırvada buluşuruz. Sonra?
Bırakın bir kenara Fazıl Say’ın Mozart sevgisini, Bethoveen hayranlığını, Chopin tutkusunu... Bunlar eğitimi sonucunda kendisine verilmiş “bilgiler”.
Ama Fazıl Say bunu bir adım aşarak, Dede Efendi’yi de çaldı. Nazım Hikmet Oratoryosu da besteledi...
Arabesk müzik denilen garabetin yapış yapış Ortadoğu uyuşukluğunu anlatan müzikle mücadele eden müziklerdi bunlar.
Bilirmisiniz ki, Mireille Mathieu adlı Fransız şarkıcının Fransızlar tarafından “arabesk” nitelendiğini? Hadi Enrico Macias’ı anlarım, Cezayir asıllı... Ama ille de Jack Brel diye niye Fransızların ter ter tepindiğini bilir misiniz? “If you go away”’in bestecisi olduğunu...Paul Anka’nın aranje ettiği, Frank Sinatra’nın dünyaya tanıttığı “I did it my way” şarkısının aslında “Comme d’habitude”den tırtıklandığını, Claude François ve Jacques Revaux tarafından bestelendiğini?
Elbette bilirsiniz.
Ne diyor çok satan bir gazetemizin çok okunan yazarı:
“Lütfen biri duruma el koysun ve Fazıl Say sadece müzik yapsın.
Başka ukalalıklara kalkışmasın.”
Bu kadarı da fazla artık!Bir insan bir konuda çok ama çok başarılı ise felsefe, siyaset, kadın erkek ilişkileri gibi konularda da ahkam kesmek, fetva vermek zorunda mı?”
Söyleyene bakın, bir de söyleyenin yaptıklarına...
Sanatçı ne yapacak efendim? Yalnızca müziği ile ilgilenecek, siyasete karışmayacak, halkın müzik beğenisine hiç dokunmayacak... Onlar yavaş yavaş müziği de, felsefeyi de, cinselliği de öğrenecek ve bu merdivenleri “ağır ağır” tırmanıp, Ayşe ablalarının Ahmet ağabeylerinin seviyesine gelecekler.
Yani şimdi konu başındaki elit kim?
Halk istiyor diye halka indiğini, onların beğenisi ile müzik ve her türlü sanatı icra ettiğini söyleyenler, kendi dünyalarında aynı zevksizliği göstermiyorlar.
Onlar için piyasa ve rant ile kendi kişisel dünyaları arasında aşılmaz bir “elit” duvar var.
Sonra siz böyle bir yazı yazıyor ve diyorsunuz ki, “beyefendiler, bu müzik sizi uyuşturuyor, bu kitaplar sizi bilgiden uzaklaştırıyor, bu inançlar sizi bilimden ayırıyor...”
Teksas mühürü hazır: “Elit...”
Abu Dabi’yi anlatırsın, geç. Cinselliğin suyunu çıkartırsın, geç. Müziğin ucuzunu yaparsın, geç. Romanı okunmaz hale getirirsin, geç. Bırakın Mozart’ı falan...
Bir Victor Hara’nız, Paul Robson’unuz var mı arabesk savunucuları?
Inti Illimani gibi bir grubunuz?
Neden yetişmiyor Aşık Veysel artık?
Niye Neşet Ertaş türünün son temsilcisi gibi dolaşıyor?

Eskiden müziği yalnızca “eğlence” olarak görenleri eleştirirdik, karşımıza şimdi “uyuşturanlar” çıktı...
Bütün bunların özünde yatan, “ucuz sanatla, parsayı toplamak”...
Müzikten bahsetmeyelim lütfen, müzik ciddi bir iştir.
Arabeskçilerin yaptığı kısa yoldan şöhret olmak. Okur yazarının bu kadar az olduğu, okurlarının da yazar olduğu bizim gibi toplumlarda, insanların kaçamayacakları sanat türü müzik ve dizi film olduğu için, daya gitsin...
Yiyorlar nasılsa...
Sonra birinin çıkıp da doğruyu söylediğinde, neden bu kadar şimşekleri üzerine çektiğini düşünün bir kere.
Adam müziği dinleyene “yavşak” demiyor ki...Dikkatli okuyun, üzerinize düşmeyen savunmalara da girmeyin.
Dünyanın tüm hareketli toplumlarında müzik devrimciliğin bayrağı olmuş, bizde niye uyuşukluğun sembolü onu düşünün.
Neden arabesk müziği topluma dayatanlar, “elit” isimli kafelerde ömür tüketiyorlar(!) bir bakın, sorun...
Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük müzik adamlarından birine, “zırvalamış” demek kolay.
Nerede ve neden zırvaladığını, müzik diliyle bir anlatın hele...

Mümtaz İdil
Odatv.com
24.07.2010 15:49

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.