18 Temmuz 2010 Pazar

SAVAŞI PARALI ASKERLER KAZANMADI

Kölelik canına tak edip de, Capua’daki gladyatör okulunda isyan çıkaran Spartacus, “Güneş Ülkesi”ne giden yolda tökezledi.
Tüm köylü ve köle ayaklanmaları tarih boyunca tökezledi. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan örgütsüzlerin, haksızlıklara ve adaletsiz paylaşıma karşı geliştirdikleri içgüdüsel ayaklanmalar geçici bir başarıyı beraberinde getirdi, ama sonları hüsranla bitti.
Stepka Razin, Zapata, Pugaçev...
Haksızlıklara ve haksız paylaşımlara her başkaldırı, bir çeşit “sosyalizm” gibi görüldü, ama öyle olmadığı da çabucak anlaşıldı. Örgütsüzlük, kısa süre içinde isyankâr köleleri kendi sistemlerini yıkmaya götürdü.
Spartakistler...
Yıllar sonra Spartacus ayaklanmasının nedenleri üzerinde kafa yoran ve bunu “Spartacus’ten Mektuplar” şeklinde dile getiren bir gazete, Karl Liebknecht ve Rosa Luxembourg’un bu hareketle ilgilenmesine neden oldu.
Bu harekete Franz Mehring ve Clara Zetkin de katılınca, ortaya oportunizmle savaşan Marksist bir oluşum çıktı.
Lenin’in karşı olduğu Spartakist hareket, “kendiliğinden” oluşuma büyük önem verdiği için, bir anlamda işçi ve köylülerin örgütlenmelerini engellemesiyle eleştirilere açıktı.
Aslında doğruydu da bu yaklaşım, çünkü kendiliğinden gelişen “devrimci” bir hareket Roma döneminde belki mümkündü, ancak yirminci yüzyılda böyle bir kendiliğindenliğe, palazlanmış bir kapitalizmin izin vermesi olanaksızdı.
Kaldı ki, M.Ö. 70’li yılların başında biten Spartacus köle ayaklanması da, Roma’nın düzenli ve örgütlü ordusu karşısında büyük kazanımlara rağmen yok olmaya doğru hızla sürüklendi.
Spartacus’ün ve yanındaki beyin takımı sayılan David, Crixus, Draba, Mosar, Norde gibi gladyatörlerin çabası, Roma’nın zenginliğe dayalı “insan ve silah” gücüne dayanabilecek durumda olamadı.
Ama sorun Roma askerlerinden çok, isyancılardan kaynaklanıyordu.
ROMA'nIN PARALI ASKERLERİ: LEJYONERLER
Bunda, sanıldığı gibi Roma lejyonerlerinin büyük başarısı söz konusu değildi. Söz konusu olan Spartacus’ün romantik Güneş Ülkesi hayalinin savaşma isteğini köreltmesi ve köylü köleler arasında “iktidar” kavgasının başlamasıydı.
Spartacus, Roma’nın “paralı” askerlerini üç kez dize getirmeyi başarmıştı. Bunun devamı da mümkün olabilirdi. Marcus Crassus da bunu iyi biliyordu elbette.
Cladius Pulcher’in uğradığı yenilgiye uğramamak için kölelerin kendi aralarındaki “ayrılıkçı” güçlerden yararlanmalıydı.
Paralı askerlerin üstesinden gelebileceği bir savaş değildi Spartacus’ün başlattığı ayaklanma. Müthiş bir “köle” desteğini arkasına alan böyle bir gücü, mızraklarının ucuna zehir sürülmüş lejyonerlerle halledebilmesi pek mümkün görünmüyordu.
Kaldı ki, Spartacus’ün adını duyan tüm “paralı askerler”, panik içerisinde dağılıyorlardı.
Marcus Crassus, bunu önlemek için neredeyse ordusunun üçte birini kılıçtan geçirmiş, geriye dönüş kayıklarını yakmıştı.
Artık, savaşmak veya ölmek arasındaki tercihini kullanmak zorunda kalan “paralı askerler”, Spartacus’ün ardındaki gücü düşünmeden savaşmaya razı oldular.
David ve Crixus’un büyük çabalarıyla yarı düzenli ordu haline gelebilen köle köylüler, bir anlamda Roma’nın lejyoner ordusundan daha büyük bir morale ve isteğe sahiplerdi. Onlar özgürlükleri için savaşıyorlardı, lejyonerler ise para ve görev için.
Nitekim, Spartacüs’ü “ciddi bir tehlike” gören ve kuzeydeki savaştan dönen lejyoner ordusunu Spartacus’ün bulunduğu güney İtalya’ya gönderen Roma, savaşı salt insan gücüyle kazanamayacağını anlamıştı.
Marcus Crassus işte tam bu sırada, Spartacus’ün yakın dostlarındanUrus’u buldu...
YORGUN SAVAŞÇI: SPARTACUS
Spartacus yorgundu. Savaşmaktan bıkmıştı. Modena’ya giderken, Roma’nın yakınından geçmişti ve Roma’yı yöneten Triumvilik’in kent dışında olduğunu biliyordu. Roma’yı teslim alması işten bile değildi. Ama yorgundu, isteksizdi. Roma’yı almayı düşünmeyecek kadar Roma’dan uzak durmaya çalışıyordu. Tek isteği, Sicilya’ya ulaşmak ve orada Güneş Ülkesi’ni kurmaktı.
Roma’nın buna izin vereceğini sanıyordu, çünkü Roma’yı doğrudan hiç karşısına almamıştı.
Saldıran hep Roma, kaçan da hep Spartacus ve arkadaşları olmuştu.
Tehlike kendisini gösteriyordu: Zafer sarhoşluğuna dalan, çevresini talan etmeyi bir zevk haline getiren “sınıf” değiştirmiş köylü köleler, artık vahşileşmişti.
Özgürlükleri için değil, daha rahat bir yaşamı özledikleri için savaşmaya başlamışlardı.
Yenilginin başlangıcı görünmüştü, ama Spartacus bunu asla kendi askerlerine konduramadı. Kondurmak istemedi.
Silah arkadaşları ise onu uyarıyor, genel savaşı kaybetmek üzere olduklarını söylüyorlardı. Yeniden “özgürlük” bilincinin yüz bine yakın köylü kölenin yüreğinde ateşlenmesi gerekiyordu.
Beceremediler.
Roma’lı komutan Marcus Crassus İtalya’nın güneyinde Spartacus’ü kıstırdığında, gladyatör komutan işin sonuna geldiğini ve asla Güneş Ülkesi’ne ulaşamayacağını biliyordu.
Öyle bir ülke olmadığının da farkına varmıştı. Elindeki malzeme insani duygularına yenik düşmüştü. Dize gelen Roma ordusu, neden bir kez daha dizel gelmesindi?
Roma ordusuna karşı kazanılan son zaferin ardından, yüz bini aşan kalabalık, tüm İtalya’yı ele geçireceğine inanıyor ve neden Roma’ya saldırmadıklarını Spartacus’e soruyarlardı.
Artık Spartacus de biliyordu ki, Roma yıkılsa bile yerine yeni bir Roma kurulacaktı: Tiranlık, ayrıcalıklı sınıf ve ardı arkası kesilmeyen Sircus Maksimus eğlenceleri...
Spartacus’ün ordusu giderek bir vahşet makinesine dönüşürken, özgürlüğü için savaştığını da unutmaya başlamıştı.
Özgürlük savaşı falan kalmamıştı artık ortada.
Roma ordusu için yapılacak tek şey, bu olgunlaşmış “zaaf”ları toplamaktı.
Savaşı Roma’nın paralı askerleri kazanmadı.
Spartacus’ün inancını yitirmiş köleleri kaybetti.
Ne Clara Zetkin bunu Lenin’e anlatabildi, ne de Lenin Rosa Luxembourg’a “amacını kaybeden” hareketlerin hüsranla biteceğini.
Bu arada hepsi Troçki’yi yok saydı. Oysa, düşüncelerini kabul edersiniz, etmezsiniz, Troçki tüm olanların farkındaydı.
Appia yolunun iki kenarına çarmıhlar yeniden dikilmeye başlamıştı.
Not: Puşkin üzerine tez çalışması yaparken, Yüzbaşının Kızı romanında adı geçen Pugaçev ayaklanması ile ilgilenmiştim. Orada, Spartacus ayaklanmasına göndermeler vardı. Sonunda Spartacus ve Roma tarihi ile ilgilenmeye başladım. Zaten Caligula biyografik romanıyla bir bakıma ilgiliydim. Sonunda, Spartacus ile ilgili biyografik roman ortaya çıktı ve Etkin yayınlarından yayınlandı. Aynı yayınevinin ilk iki kitabında da (Caligula ve Rasputin) imzam olduğu için, Spartacus'ü takma isimle yayımladım ve çevirmen olarak imza attım.

Mümtaz İdil
Odatv.com

18.07.2010 22:00

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.