30 Haziran 2013 Pazar

İşte bu dönemin unutulmayacak isimleri

Bu dönemi tarih birkaç önemli isimle yazacak. Öyle ki bu isimler unutulmayacak, unutturulmayacak.
Elbette bu gençlik, ebevynlerini kıpkırmızı bırakan bu gençlik en başta anılacak; hiçbirinin ismi geçmeyecek, ama hepimiz için bir onur, koltuk kabartma olarak yaşayacak. Gizli gizli övüneceğiz, biz yapamadık ama bizim çocuklarımız yaptı diyeceğiz.
Çarşı grubu unutulmayacak. Beklenmedik anda beklenmedik yerde olan notrinolar gibiydi hepsi. Heisenberg'in "belirsizlik ilkesi"nin somutlaşmış haliydi onlar.
Ali İhsan Varol'u da unutmayacak insanlar. Her kesin adını bile söylemeye çekindiği anda, en çok izlenen yarışma programında sorduğu sorular akılda kalacak.
Başbakan'ın kişisel hedefindeki adam Mehmet Ali Alabora da yazılacak tarihin bir köşesine. Kırımızılı kadın da, tazyikli suyla tango yapan çift de.
Biz ise, nutkumuz tutuk; umudumuzun çöpe karıştığı, aydın adını verdiğimiz salaklar ordusunun gün boyu ileri demokrasiye koşarak kucak açtığı günlerde bir köşeye sinmiş bekliyorduk.
Bir gece kapının çalınmasından hiçbirimiz korkmadık.
Bir gün arkamızdan savrulacak satırı hiç aklımıza getirmedik.
Bir gün mevcut dinci yönetimin bzi stadyumlara toplayacağından bile çekinmedik.
Herkesin bavulu hazırdı, herkes beklemedeydi ve umutlarını balkondaki çamaşır ipine asmış durumdaydı. Arada bir rüzgar onu salladıkça aklımıza geliyordu umutlar.
Derken patlama bizi kendimize getirdi. Şimdi herkes, elbette aklı başında, yalaka olmayan, ruhunu Mephisto’ya satmamış herkes daha bir diri ve gelecekten umutlu.
Hep yazdım, bizim gençliğimiz Duhring’in kim olduğunu bilmeden Antiduhring kitaplarını okuyarak büyüdü. Berkeley’i bilmeden George Politzer’den öğrenmeye çalıştı. Devrim nikahı kıydı, sevgilisine sarılamadı, insani olan herşeye vahşi kapitalizm diye baktı.
Bu eleştiriler uzar gider, ama biz böyle değildik. Kısacası bu.
Ama bu dönemin unutulmayacak diğer isimlerini anmadan geçemeyiz.
İstanbul Valisi Avni Mutlu'yu asla unutmayacak insanlar. Tazyikli suya yakıcı madde karıştırılmasına göz yumduğu, hatta onu savunduğu için insanlık suçu işlemiştir.
Ethem Sarısülük’ü yazmak bile gereksiz artık. Ama onun katilini salıveren Hakim Mustafa Aydın hiç unutulmayacak. Öyle ki, bu adalet dağıtıcısı müthiş hakimimiz, tutuksuz olarak yargılanmak üzere salıverilen polis memuru için, “böyle durumlarda ya ceza verilmez ya da düşük ceza verilir,” diye mahkeme sonucunu bile yazmış bulunuyor.
Bir yığın unutulmayacak insanlar listesi bıraktı Gezi Parkı eylemleri. Saymakla bitmez. Sanki kötüler bir anda ortaya çıktı ve sırayla adını yazdırmaya başladı.
Ama bu arada unutulmaması gereken, adı altın harflerle yazılması gereken biri daha var ki, buraya yazmış olmak bile onun için yeterli derecede tehlike doğuruyor, ama yazmadan edemeyeceğim. Bu tarihe not düşmektir zira: Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’nin müezzini Fuat Yıldırım bu dönemin en unutulmaz isimlerinin başında geliyor.
Adamın üzerine devlet yükleniyor, “içtiler de kurtul” dercesine, ama “ben din adamıyım, yalan söyleyemem,” diyor da başka bir şey söylemiyor.
Eli öpülesi müezzin. İşte din adamı denen ulvi insanlara örnek. Rantçı olmayan, çıkarcı olmayan, altına dört çarpı dört çekmek yerine doğruyu söylemeyi kendine şiar edinmiş bir yüce varlık.
Saygıyla eğilmeyip ne yaparsınız önünde? Din denilen ideolojiyi şarlatanlar mı yüceltiyor, yoksa böylesine dürüst olanlar mı?
Başbakanı da unutmayacak bu ülke. Ardı ardına söylediği yalanlarla artık doğrunun bile nerede kaldığını unutan başbakan…
Her seferinde aynı cümleleri kullanarak, aynı suçlamaları getirerek ve özellikle de Gezi Parkı eylemlerini üç-beş çanak çömlek gibi, üç-beş ağaçla özetlemeye çalışan Başbakan… Türkiye herşeyi unutmaya hazırdı belki sakin sakin gitmiş olsaydın, ama şu son üç ayı unutması mümkün değil artık.
On bir yıldır yalaka gazetecilerin, aydınların, yazarların, sanatçıların yapamadığını yaptı Fuat Yıldırım… İleri demokrasi çabalarına, “yalan yok, görmedim,” dedi. Artık ben kendini AKP savunuculuğuna zorlayan zavallılara acıyorum, sizin de acımanız gerektiğini düşünüyorum. Yalakalığın da zor “zenaat” olduğunu kabul etmek gerek. Son dönemlerin söylemiyle, “neler çekti bu çocuklar, ne badireler atlattı bu yavrular, ne numaralara göğüs gerdiler”.
Taksim ortasına kocaman bir saat mi kurmadılar, açılım diye onun bunun kucağına mı yatmadılar, her kafalarına vuruluşunda, “yanlışlık olmuştur” mu demediler, daha ne yapsınlar?
On yıl istedikleri gibi at koşturdular. Bütün parkurlar onlarındı, şimdi ise geçmişler kıytırık televizyon ekranının karşısına, Başbakan’a hökürüyorlar. “Sen ne biçim başbakansın,” demeye kadar vardırdılar işi.
Yazık, çok çekti bu çocuklar, çok…

Mümtaz İdil
Odatv.com

30.06.2013 03:49

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.