25 Ağustos 2009 Salı

İSLAMCILAR PİSUAR YERİNE ŞEYTAN'I DÜŞÜNMELİ

Benim kuşağım Karl Marks, Frederic Engels, Ehrenburg, Attila İlhan, Yaşar Kemal, Hegel kitapları okuyarak yetişti. George Politzer’in, kısmen uyduruk da olsa Felsefenin Temel İlkeleri adlı kitabı başucu kitabımız da oldu. Dünyayı diyalektik olarak kavramaya ve algılamaya çalışmakta yoğun çaba gösterdik.
Şeytan ile ilgili bir kitapla tanışmam ise üniversiteyi bitirdiğim yıllara rastlar. Dünyayı kasıp kavuran “Şeytan” filmine konu olan “Exorcist-Şeytan Çıkarıcı” kitabını okuduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Tuhaf, inandırıcılıktan uzak ama etkili bir kitaptı. Özellikle de kitaptaki anlatılanların Shirley McLean ve kızının gerçek yaşam öyküsü olduğu dedikodusu yayıldıkça ilgi her tarafta arttı.

Türkiye’nin geriye dönüş miladı sayılan 1980 darbesinin ardından ise her türlü şeytan ve diğer adıyla Lucifer kitapları giderek baskı sayısını artırdı. Durum öyle bir hale geldi ki, Tanrı ile ilgili kitaplar ders kitabı gibi piyasaya sürülürken, şeytan ile ilgili olanlar büyük “albenilerle” kitapçı raflarını süsler oldu.

Son birkaç yılda ise bu öylesine arttı ki, şeytanın müthiş reklamına dönüştü. Buna bir de “vampire” kitapları eklenince, ortam bir metafizik kaosa dönüştü. Falcılıktan medet uman binlerce “akil” ve “akil olmayan” insan, bu kitaplarda da içlerinde bastırmaya çalıştıkları kötülükleri şeytana yüklemeye başladılar.

Piyasayı şöyle bir dolaşınca, şeytan ile ilgili kitapların rafları nasıl doldurduğu kolaylıkla görülür. Benim gözüme çarpanlardan bazıları şöyle:
Kötülük 3: Lucifer (Jeffrey Burton Russel), Lucifer (Michael Cordy), Şeytan (Minette Walters), Bir şeytanın Papazı (Richard Dawkins), Ben, Lucifer (Glen Duncan), Şeytani Tavsiyeler-Lucifer’den Kadınlara (Denis S.Vincente), Şeytan Marka Giyer, Şeytan Yemini (Jean Chritophe Grange, Dişi Şeytan (Amelie Nothomb), İçimizdeki Şeytan (Raymond Radiguet), Şeytan ve Genç Kadın (Paulo Coelho), Şeytan Oyunu (Michael Ridpath), Şeytanın Sağ Eli (John Saul), Buzluktaki Şeytan (Richard Preston), Şeytan Yıldızı, Şeytanın Avukatı, Laplace Şeytanı, Kremlin Şeytanı (Tom Clancy), Şeytanın Çocukları, Şeytan Örümceği, Şeytan Balığı Kayalıkları, Şeytanın Işığı (Karin Fossum), İçimizdeki Şeytan, Şeytanın Saati (Fernando Pessoa), Şeytanın Atlıları, Şeytan Kumaşı (Alt Lejant), Şeytanın Üç Altın Saçı.

Kuşkusuz, daha onlarca, hatta yüzlerce şeytan kitabı bulunacaktır. Peki ama niye? Şeytana olan bu düşkünlüğün temelinde ne yatıyor?
Düşünce sistematiği içerisinde bakınca, Tanrı ile mistik bağ kuran birçok insana, onun karşıtını da geliştiriyor ve dünyanın “adaleti” ve Tanrı’nın bağışlayıcı niteliği ile yeryüzünde yaşanan kötülükleri bağdaştıramadığından suçu şeytana yüklüyorlar.
Bunun yanı sıra egemen ideoloji de piyasanın şeytan ve benzeri uyduruk öykülerle dolmasından hoşnuttur. Düşüncelerin soyut alanlara çekilmesi, günlük çekişmeleri, sıkıntıları, hoşnutsuzlukları, her şeyden önce de toplumsal kaynaşmaları engelleyecek, örgütlenmeyi bir başka “bahara” bırakacaktır.
İnsanların umutlarını bir başka dünyaya bırakmasının ağır bedelidir bu ve belki de kutsal Ramazan ayının en büyük günahıdır. Yaşanılan dünyanın tüm haksızlıkları karşısında suskun kalan insanlık, bunun bedelinin başka bir şekilde ve başka bir yerde ödeneceğini bekleyerek, yaşanan tüm insanlık dışı uygulamaları da şeytana havale etmektedir. Bu da, var olan tüm haksız uygulamalar karşısında sesini çıkarmamayı sağlamaktadır.
Tuvaletlerden pisuarları kaldıran zihniyet, bu kitapların Hristiyanlık propogandası yapmasına hiç aldırmamakta.

Şimdi sormak gerekmez mi: Şeytan nerede?
Bir soru daha: Şeytan mı bizi, biz mi şeytanı taşlıyoruz?

A.Mümtaz İdil
Odatv.com
25.08.2009 00:00

23 Ağustos 2009 Pazar

SEZEN AKSU’NUN SANATÇI DUYARLILIĞI VAR MI?

Bazı dönemlerde bir modadır gidiyor. Kimi zaman bunu gündemi değiştirmek için bizzat Başbakan yapıyor, kimi zaman da “akil adam” dedikleri türden biri. Bir cemaat lideri ortaya tuhaf bir söz atıyor, 40 akıllı (!) gazeteci bunu çözmeye çalışıyor.
Cübbeli Ahmet Hoca Barbie bebekler için söylediğini başka ülkede söylese, arkadan düğümlenen gömlekle bir koğuşa kapatılırdı, ama bizde bir televizyon kanalının genel yayın yönetmeninin konuğu olabiliyor.
Son zamanlarda da bir sanatçı duyarlılığı tartışılmaya başlandı. Vatandaşlık duyarlılığı olduğundan bile kuşku duyulan bazı insanlar kendilerini görüş belirtmeye zorunlu hissediyorlar gibi.
Bu konuda verilmesi gereken cevaplar verildi kuşkusuz, ama “sanatçı duyarlılığı” havada kaldı. Bir dönem dünyanın altını üstüne getiren, insanlık adına yapılan her türlü yanlış ve haksızlıkta kaya gibi egemen güçlerin karşısında duran, aydınlanma çağını ardından sürükleyen “sanatçı”lardaki duyarlılık biraz daha farklıydı.
Tarih, egemen güçler karşısında halkı savunan ve baskıcı rejimlere direnen “sanatçılar” ile yazılır. Egemen güçten yana olan sanatçılar ise anımsanmaz bile.
Bu konuda en şaşırtıcı olanlardan biri Knut Hamsun’dur. “Sonbahar Yıldızları Altında” gibi muhteşem kitapların yazarı, Norveç’in yetiştirdiği en büyük iki yazardan biri olan Hamsun (öteki de İbsen’dir), Almanlar Norveç’i işgal ettiğinde Almanlar’dan yana gösterdiği tavır nedeniyle hiç affedilmedi.
Öte yandan Puşkin, Çarlığa karşı tek başına savaşmasıyla ve bu uğurda ölmesiyle tarih sayfalarında yerini alır.
Muz cumhuriyetlerinden doğma Guatemalalı yazar Miguel Asturias, ülkesinin ABD tarafından ilhak edilmesine karşı verdiği savaşla ünlüdür.
Ansiklopediler, biyografiler gerçekten “duyarlı” diye nitelendirilecek binlerce sanatçıyı anlatır ve herbiri ülkesinin “ezilen” halkı için birer abide gibidirler.
Son on on beş yıldır zaten “duyarlılığı” ranta çeviren sanatçıların salya sümük dolaştığı “sanat” platformunda kişisel yaşantılarından ve bireysel dünya görüşlerinden pasajlar sunan “sanatçılar” egemen ideoloji tarafından da sürekli desteklendiler.
Bakın gazetelerimiz, dergilerimiz, televizyonlarımız onlarla ve onların “eserleriyle” dolu.
Demirtaş Ceyhun, Nezihe Araz yanlış zamanda mı doğdular. Eserlerinden “bitmeyen” diziler yapılan Hüseyin Rahmi Gürpınar, Reşat Nuri Güntekin ve diğerleri gibi Cumhuriyet’in ilk değerleri eserlerinin ne hale geldiğini görseler ne yaparlardı?
Kendi isimlerinden böylesine ucuz yararlanıldığını bilmeden öldükleri mi iyi oldu?
Sözü, örneklerle uzatmanın bazıları için bir yararı olduğunu sanmıyorum. “Sanatçı” duyarlılığı konusunun bu sayfalarda daha da derinlemesine incelenmesi ve bu konuda çalışmaların başlatılmasını öneriyorum tüm odatv yazar ve yorumcularına.
Sanatçı duyarlılığının cüzdan duyarlılığından farkını ortaya koymak için.
Sanatçı olmasa da, anımsar mısınız Çavuşesku’nun kendisini teslim almaya gelen “vahşi komünist” askerlere söylediklerini?
“Vurun beni,” demişti.
Oysa gazetelerimiz onun “porno kaset kolleksiyoncusu” olduğunu yazıyordı o sıralar.
Tüm sanatçı duyarlılıkları bir kenara bırakarak.

A.Mümtaz İdil
Odatv.com
23.08.2009 00:00