28 Kasım 2012 Çarşamba

Mümtaz İdil: Pargalı’yı bırak Silivri’ye bak

Hangi diziyi izleyeceksiniz, ben karar veririm, nokta.
Kaç çocuk yapacaksınız, ona da ben karar veririm, yine nokta.
Gazetecilik nasıl yapılır, ben karar veririm, iki nokta.
Nasıl muhalefet yapılacak yine ben karar veririm, üç nokta…
İşte zurnanın zırt dediği yer. Muhalefetin nasıl yapılacağını Başbakan Erdoğan anlatıyor, ama muhalefetten tık yok.
Elbette o zaman bizim izlediğimiz dizilerden tutun da, tutuklu yüzlerce insana kadar garabetler köyü olan bu ülkede yaşamaya çalışmak Amazon ormanlarında dolaşmaya benziyor.
Bunun temelinde ne yatıyor, ona bakmak gerek. Bunun temelinde tarifi imkansız bir korku yatıyor. Artık Başbakan ile ona oy verenler arasındaki uçurum büyüyor. Son bir hamle ile kendisini “başkan” olarak seçtirebilirse Erdoğan, büyük bir rahatlamaya girecek. Ondan sonrasını kontrol altına alabileceği düşüncesinde.
Ama öyle olmayacağını kendi de biliyor.
Başkanlık sistemi, olmaz ya, haydi diyelim bir referandum sonucu altın tepside kendisine sunuldu. Geride kalan toz duman olmuş AKP bir ay içinde dağılacak. Kim gelirse gelsin iktidara, Çankaya’yı zorlayacak. Bu Numan Kurtulmuş bile olsa, bu şekilde gelişecek, öyle olmak zorunda.
Başbakan olarak kalmaya çalışsa, ekonomi yerle bir. Her ne kadar muhalefet ekonomiyi ağzına bile almaktan çekinse de, durum ortada. Yunanistan’dan bile geride olduğumuz bu sitenin haberlerinde yer aldı.
Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini Başbakan bilmiyor mu, elbette biliyor. Bu yüzden de dizilerden falan dem vurup, gerçek gündemin önüne geçmeye çalışıyor. Muhalif gazeteciler, siyasetçiler de “sazan” misali oltaya takılıyorlar.
Yıllar önce sosyalist Allande’nin Şili’sinde insanlar sokağa dökülüp, tencere ve tavayla yönetimi protesto etmişti. Arkalarında ITT vardı.
Çok değil, ondan birkaç yıl sonra Ecevit hükümetinin kuyruğuna da tencereleri bağlamışlardı ve ülke bir kilo şekere muhtaç hale gelmişti.
Yoklar ülkesinde en yoksulların başbakanı olmuştu rahmetli Ecevit. “Beceremedim” diyemedi de “bulamadım” diyip çıktı işin içinden. Kendi Renault’ya bindi, Meclis ve bakanlarının tümü Mercedes ile seyahat etti. İthali yasaklayacağına örnek olmayı denedi.
Örnek? Bu ülkede örnekler tecvüzcü Coşkun ile Parsadan arasında sıkışıp kalmıştır.
Adalete havale edeceği başka konu yok muydu Başbakan’ın? Yani bu ülkede adalet dört dörtlük işliyordu da, bizler mi farkında değildik? Tek sorun Muhteşem Yüzyıl’daki Pargalının boğazlanması mıydı? Hürrem’in hafif meşrepliği, Mustafa’nın kimliksizliği miydi?
İnsanların çocukları büyüdü Başbakan onlar içerideyken. Adaleti aramak istiyorsan şöyle bir kafanı çevir de Silivri dolaylarına bak. Hapishaneler hiç olmadığı kadar dolu ve sen böyle bir dönemin başbakanısın, bir aynaya bak ne olur.
Sen bilir misin çocukluğunun en çok ihtiyaç duyduğu anda babasız büyümenin acısını?
Bilir misin küçücük elini işaret parmağıyla zor kavrayan bir yavrunun dışarı çıktığında tependen bakmasını?
Bilir misin yavruların da bir gün yetişkin birer birey olmasını göremeden duvarlarla konuşmayı?
Madem adalete bu kadar hakimsin, o zaman Pargalı’yı kurtaracağına içeride yatan onlarca suçsuzu kurtarmıyorsun? Hızlandırın adaleti, kim suçluysa ortaya çıksın, demiyorsun.
Ya da neden onlara dönüp de, “bitirin artık şu komediyi” demiyorsun?
Neden bunca haksızlık, hukuksuzluk varken bir diziyi adalete havale ediyorsun?
Niye Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Ergun Poyraz, Soner Yalçın, Yalçın Küçük, Hikmet Çiçek ve adını sayamadığım yüzlerce insan içeride yatıyor diye sormuyorsun.
Dizi izleyeceğine, mahkeme izlesene.
Kanuni kendi oğlunu boğdurttu. Sen yüzlerce vatan evladını boğdurtuyorsun.

Mümtaz İdil
Odatv.com

28.11.2012 10:30

12 Kasım 2012 Pazartesi

Mümtaz İdil: "Yerli tip" başkanlık sistemi nedir

Ortaya karışık…
AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın önerdiği başkanlık sisteminin tam adı bu.
Kaz ciğeri, dana bonfile, kuzu sırtı, tavuk budu ve tam ortaya da ızgaradan yeni çıkmış lüfer…
Dünyadaki başkanlık sistemleri incelenecek, en iyileri alınacak ve bundan bir “kolaj” oluşturulup, sisteme oturtulacak.
Vaktiyle bir roman yazarı, bilinen yedi tekniği de kullanarak bir roman yazmış ve kendisine dünya çapında ün getireceğini sanmıştı, ama roman yerine ortaya bir metin bile çıkmamıştı.
Dünyanın aklı yok mu da, kendileri de aynı şekilde bir “başkanlık” sistemini oradan buradan tırtıklayıp en iyi bölümlerini almayı düşünemediler?
Başkanlık sisteminin ne olduğu ortada. Dünya'da monarşi ile yürütülen çoğu ülkede başkanlık sistemi demokrasiye pamuk ipliğiyle bağlıdır.
Başbakan Erdoğan, Brunei dönüşü şöyle diyor uçakta: “Ben illa ABD sistemi olsun demiyorum. Öyle çalışalım ki Türk sistemi olsun. Çok farklı sistemlerin bize faydalı yanlarını alalım, kültürel ve toplumsal yapı farklılığı nedeniyle uygulayamayacağımız yanlarını ayıklayalım. Katılımcı karar alma sistemi oluşturalım, tartışalım.”
Kulağa hoş geliyor, ama kazın ayağı hiç de öyle değil.
Bu arada önemli bir noktaya değinmekte yarar var: Başkanlık sistemi ile diktatörlük arasında ne gibi bir fark var, bunun net çizgilerle ortaya konması gerek. Zira başkanlık sistemiyle yönetildiği iddasında bulunan birçok ülkede diktatörlük hakim durumda.
Başkanlık sistemiyle parlamenter sistemle elde edilen birtakım özgürlüklerin ortadan kalkması tehlikesine karşı ne gibi önlemler alınacağı da merak konusu.
Yürütmenin tek kişinin elinde olmasının doğuracağı sakıncalar ne tür önlemlerle bertaraf edilecek? Bunun yanıtı da yok. Dünyada yok zaten. Dünyada olan, İrlanda veya Portekiz’de olduğu gibi, sembolik başkanlık sistemidir ki, Tayyip Erdoğan’ın asla kabul etmeyeceği sistem de budur. Başbakan Erdoğan için en uygun başkanlık sistemi Güney Afrika, Botswana gibi ülkelerde uygulanan güçlü devlet başkanı yönetimidir.
Büyükşehir yasasının da aslında başkanlık sisteminin bir alt yapısını oluşturmak için hazırlandığı ortada. 14 Büyükşehir’den 29’a çıkartılan bu yasayla, belediyelerin yetkileri il sınırına kadar uzanacak. ABD’deki sistemden kopyalanmaya çalışılan bir bölüm de yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ve bir çeşit eyalet sistemine geçilmesi. Bir çeşit Japonya’nın da uyguladığı sistemdir bu.
Yeniden sorularımıza dönersek: Uygulanması düşünülen “yerli tip”başkanlık sisteminde, halk tarafından seçilen “başkan” ayrıca bir başka kurul tarafından göreve atanacak mı? Yine bizim yerli malı başkanlık sistemimizde yasama meclisi ile başkanlık birbirini denetleyecek mi, yoksa başkan denetlenemeyecek mi? Kuvvetler ayrılığı sisteminin akibeti ne olacak? Kuvvetli başkanlık sistemi kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemeyecek mi? Kendisini seçen halkın isteği politikaları uygulamayı reddeden bir başkan görevden nasıl alınacak?
Her şeyden önce başkanlık sistemi, yürütmenin tamamen sistem olarak değişmesi anlamına geliyor. Bu ise parlamenter sistemdeki tüm hamlelerin yeniden atılması demek. Yukarıda sorulan tüm soruların da cevaplanmasını gerektiriyor. Bu sorular yanıtlanmadığı sürece, başkanlık sisteminin monarşiye dönüşmesi bir pamuk ipliğine bağlı. İkisi arasındaki farkı dengeleyen ise, başkanı kontrol edecek mekanizmalardan oluşuyor.
Başkanlık sisteminin her aşamada bir diktatörlüğe dönüşme riski var. Hatta, hemen tüm başkanlık sistemlerinin sonunda mutlaka diktatörlüğe dönüştüğüne yönelik hipotezler de mevcut.
Kimi gözlemcilere göre, başkanlık sistemi uygulayan tüm ülkelerde istikrarlı bir demokrasi yaratmadığıdır.
Başkanlık sistemiyle yönetilen Afganistan, Filipinler, Surinam, Tanzanya, Uganda, Zambiya, Sri Lanka, Sudan, Kenya gibi ülkelerde demokrasinin ve özgürlüklerin ne derece geniş tutulduğunu gözlemek yeterli ipuçları verebilir.
Türkiye’nin başkanlık sistemine doğru gittiği şu günlerde; elin oğlu aptal mı da kendine göre dünyada uygulanan sistemlerden “yerli” bir sistem oluşturmuyor? Bunun mümkünlüğü sizce ne kadardır.
Bence yok.
Mümtaz İdil
Odatv.com

12.11.2012 16:22

8 Kasım 2012 Perşembe

Mümtaz İdil: Şemdin Sakık olayının perde arkası

Bir hükümet düşünün ki, Sözcü gazetesinin manşetinde olduğu gibi, PKK tanık TSK sanık…
Nereden çıktı şimdi Şemdin Sakık’ın adını gizlemekten vazgeçip de canlı tanık olarak dinlenmesi?
Elbette hükümet için bu tam bir “darbe” oldu. Bunu Adalet Bakanı bilmiyor muydu, biliyordu. Başbakan bilmiyor muydu, biliyordu.
Ama bir anda Şemdin Sakık çıkıp, kendi adıyla ifade vermeye başladı, ortalık karıştı.
Bir hükümet düşünün ki, PKK’nın bir zamanlar ikinci adamı olan Şemdin Sakık’ı askerleri yargılamak için gizli tanık olarak kabul ediyor.
Derken adam kendini ifşa ediyor.
Neden?
Hiç düşündünüz mü, neden?
Nedenini söyleyeyim: Hani anımsarsınız, Başbakan Erdoğan Pensilvanya’ya seslenmiş ve oradaki zata, sizi bekliyoruz, demişti. Oradaki zat da, “koşullar henüz oluşmadı” diyerek reddetmişti.
Şimdi iki taraf birbirine düştü. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ne zaman Cumhurbaşkanlığı gündeme gelse ya darbe olur ya da istenilen kişi seçilir. 
Bana rağmen olamazsın mesajı geldi okyanus ötesinden.
Sana rağmen olurum mesajı gitti buradan.
O zaman, dedi okyanus ötesi, kalk kalkabilirsen bunun ardından: Şemdin Sakık kimliğini açıklayarak ifade vereceğini söyledi.
Mahkeme kabul etmeyebilirdi, ama etti. Sizce niye?
Yargı hala okyanus ötesinde de ondan.
Kılıçlar çekildi.
TSK tabii ki suçlanacak, çünkü 33 vatandaşın öldürülmesini hala açıklayamıyor.
Hükümet de 33 kaçakçının öldürülmesini açıklayamıyor.
İkisinin de elinde kozlar var, ama birbirlerine düşerlerse ortalık yangın yerine dönecek.
Okyanus ötesi Hakan Fidan’ı ifadeye çağırdı ve gövde gösterisi yaptı. Başbakan, bu ülkeyi ben yönetiyorum dedi ve kişiye özel yasa çıkardı.
Burun buruna geldiler.
Bu ülkeyi muhalefetin falan kurtaracağı yok, sonunda AKP’nin amitoz bölünmesi kurtaracaktır. 
Yazıklar olsun, ne diyeyim.
Şemdin Sakık’ı tanık gösterip de, Eski Genel Kurmay Başkanı’nı tutuklayan bir ülke, herhalde dünyada ilk.
Ne İRA yaptı bunu ne Bask milliyetçileri ne de Sirilanka’daki Tamir Kaplanları…
Oslo’da görüş, tamam da, Şemdin Sakık’ı da gizli tanık yapma, ne olursun.

Mümtaz İdil
Odatv.com

08.11.2012 15:50