30 Aralık 2011 Cuma

SHLOMO HAYİM KİMDİR

Dostluklar din, dil, mezhep vb., gibi soyut şeyler bir araya gelmeden oluşan bir kavramdır. Salt dostlukların olduğu da bu“garip” dünyada savunulacak şey değil, ama yine de az müşterekte buluşulan ve belki de alış verişe pek gelmeyen dostluklar daha bir derinlik arz ediyor.
Odatv’de yazdığım süre içinde yorumcular arasında sayısız dostum oldu. Elimden geldiğince hepsini yanıtlamaya çalıştım. Üstelik Odatv olarak değil, kendi adımla yaptım bu yazışmaları. Bir internet sitesi için sakıncalı olarak bile nitelendirilebilecek bir yaklaşımdı bu.
Nitekim kimi dostluklarım yazdığım bazı yazılar nedeniyle yok oldu gitti. Özellikle de İklim Bayraktar’ı savunmam, dostlarımdan çoğunu yitirmeme neden oldu. Oysa benim savunmam çok basitti: İşe aldığım bir insan için,“tanıyamamışım” dememi bekledi insanlar, ama bu kabul edilebilir gibi değildi. Asla da etmedim. Nitekim zaman beni haklı çıkarıyor, çıkarmaya da devam edecek.
Shlomo Hayim de böyle bir arkadaşım işte. İsrail vatandaşı olması benim ona olan bakışımı değiştirmiyor, asla da değiştirmez. Ama yorumlarda zaman zaman ona yöneltilen haksız eleştirileri gördükçe, böyle bir yazı yazmaya karar verdim. Herşeyden önce, yüzünü hiç görmediğim, ama“dostum” diyebildiğim, entelektüel bilgisine inandığım bir insan Sholomo Hayim...
Benim adımın kullanılarak kendisine yüklenilmesine gönlüm asla razı olamaz.
Shlomo, Odatv’den kendi isteği ile ayrıldı, bu böyle bilinmeli her şeyden önce. Yazı yazmaya devam etseydi, Rafael Sadri gibi yazmayı sürdürebilir, sayfalarımız da ona açık olurdu, ama o istemedi.
Daha sonraları yorumlarıyla katkıda bulunmaya çalıştı, ama bu kez de özellikle bazı yorumcular onu “infaz” etmeye kalktı. Bunu da kendine yediremedi. Yorum yazmayı da bıraktı. Dikkat edilirse, bir tek benim yazıma yorum gönderir duruma geldi.
Çok yönlü, çok dikkatli ve çok kültürlü bir “dostum” olarak Shlomo Hayim’in ulu orta harcanması çok ağırıma gider. İster İsrail (Mossad) ajanı olarak görün, ister Odatv’ye sızmış bir Yahudi olarak bakın, nasıl bakarsanız bakın, sonuçta her şey gerçekle yüzyüze gelir.
1071Malazgirt rumuzuyla yorumlar yazan ama artık rumuzunu hiç görmediğimiz arkadaşımızla Sholomo’nun yorum sayfalarındaki atışmaları ve birbirlerine satır aralarında gönderdikleri mesajlar karşısında kafamın karıştığını ve şapka çıkardığımı itiraf etmeliyim.
Odatv’nin yorum sayfaları belli bir kalitenin üzerindedir. Açıkçası bu kalite daha önceleri çok daha iyi yerlerdeydi. Zaman zaman işi küfüre ve hakarete indirgeme hevesinde olanlar çıkıyor ve bu gerçekten yorumcu kalitesini düşürüyor, ama yine de azımsanmayacak bir kültür birikimini sırtımızda taşıyoruz.
Shlomo Hayim sanal ortamda edindiğim ve kısa cümlelerle çok şey anlatıp, anlayabildiğim bir entelektüel “dostum”dur, böyle bilinmesini istedim.

Mümtaz İdil
Odatv.com

30.12.2011 00:18

27 Aralık 2011 Salı

DIŞARIDA TUTSAK OLMANIN AĞIR BEDELİNİ ÖDÜYORUM

Kendimi çok berbat ve yalnız hissettim son dört gündür. Ama bugün özellikle kendimi Puşkin'in Dekabrist ayaklanması sırasında, devrimcilere yetişemediği o ünlü öyküsündeki haline benzettim. Yanlış zamanda yanlış yerde olduğumu anladım ve kahroldum.
Cuma günü, davaların ardı ardına ve uzun süreceğini düşünerek rutin kontrolü için hastaneye gittim.
Cuma öğleden sonra beni ameliyata aldılar (aslında tam ameliyat da sayılmaz, küçük operasyon denebilir. Ancak genel anestezi altında). Aynı gün akşam da taburcu olacaktım, ama zaman yetmedi. Araya cumartesi ve pazar girince benim taburcu olma işim bugüne kaldı.
Kendimi son derece halsiz hissetmeme ve yorgun olmama rağmen, bugün yola çıkmaya karar verdim. Ama doktorların vizitini kaçırdım. Onlar da ameliyata girdiler. Ameliyattan çıktıklarında ise saat dört buçuk olmuştu. Bütün gün hastanede (uzanıyor bile olsanız) beklemek çok yıpratıcı. Akşam taburcu olup da gece yola çıkmayı da göze alamadım. Zaten doktorlar da beni ertesi gün taburcu etmeye karar verdiler.
Arkadaşlarımdan, yanarında olmayı çok istediğim arkadaşlardan haber aldıkça kendimi hasta olmaktan daha da kötü hissetmeye başladım.
Hangi koşulda olursam olayım, isterse tüm hücrelerim çürümüş olsun, mutlaka ve mutlaka bir sonraki duruşmada onların arasında olacağım, buna söz veriyorum.
Buradan onlara tek tek sevgilerimi, özlemlerimi gönderiyorum.
Yanlarında olamadığım için özür diliyorum.
Bugün, dışarıda tutsak olmanın en ağır bedelini ödedim sanıyorum...
Yaşadım ve ödedim.
Yazıyı hiçbir "edebi" kaygı gözetmeden, bir kez daha da kontrol etmeye gerek duymadan yazdım. Geri dönüp de "süslemeye" de çalışmayacağım.
En yakın zamanda yanınızdayım dostlarım.

(Odatv'nin notu: Dün duruşma sırasında görüşebildiğimiz tüm tutuklu arkadaşlar Mümtaz İdil'in sağlık durumunu merak etmişlerdi. Onların da "geçmiş olsun" dileklerini buradan bildiriyoruz...)

Mümtaz İdil
Odatv.com

27.12.2011 10:24

1 Aralık 2011 Perşembe

MUSTAFA BALBAY'A MEKTUP GÖNDERMEK SUÇ DELİLİ OLABİLİR Mİ

Geçtiğimiz yıl bu dönemlerde sana hemen hergün mektup yazıyordum. Otuzun üzerinde mektup yazdım sana ve hepsini Cumhuriyet gazetesindeki internet adresine gönderdim.
Eline geçmeyeceğini ve okuyamayacağını biliyordum, ama yine de yazıyordum.
Cumhuriyet gazetesinin seninle ilgili internet sitesine bakıp bakmadığı da umurumda değildi. Değildi, çünkü mektupları bir internet sitesinde ve Çorum Habler gazetesinde yayımlıyordum. Tarihe gereken not düşülmüş oluyordu ve okuması gerekenler okuyordu.
Nitekim, Odatv iddianamesinde sana yazdığım bu mektuplar benim için bir suç zemini oluşturdu. O zaman anladım ki mektuplar yerine ulaşmış.
Savcılık ve polis yazdıklarımı okumuş ve suç unsuru bile bulmuş. Oysa, bütün yazdıklarımda sana güncel olaylardan söz ediyordum ve asla davayı etkileyecek konulara girmiyordum.
Sana mektup yazmanın bile “suç” oluşturacağı aklıma gelmesine geldi, ama sıradan konulardan söz ettiğim için de çok önemsemedim.
Ne tuhaf değil mi dostum, sen içeride bile bir tehlike potansiyeli olarak görülmüşsün meğerse. O zaman kendi kendime, “seni bırakmayacak bunlar galiba Mustafa,” diye söylendiğimi de hatırlıyorum. Umarım ve dilerim ki en şiddetli biçimde yanılmış olurum.
Bir yıla yakın oldu sana yazmayalı. Bana yıllar ve yıllar kadar uzun gelen bir zaman. Oysa sen içeri gireli bugün bininci gün dolmuş. Benim hayıflandığım şeye bak, senin yaşadığın şeye...
Yazdığım internet sitesi ile aram biraz limoni oldu, o yüzden de mektuplarıma ara verdim. Sonra da bir daha sana yazma şansım olmadı. Korktuğumdan veya çekindiğimden değil, insanların duyarsızlığından. Kimsenin mektupları okumadığı gibi bir izlenime kapıldım.
Bu sayfalarda da sana mektup yazdığımın anonsu yapıldığı halde, kimse oralı bile olmadı.
Elbet savcılık ve polisler dışında; çünkü onlar bu mektupları suç olarak gördüler.
En azından onlar okudu be Mustafa.
Bu yalnızca sana bir dayanışma gösterişi değildi Mustafa, benim de sürekli yazmamı sağlayan sıcak yazılardı. İnsandan, insanlıktan ve anlatması zor da olsa güzel şeylerden söz eden mektuplardı. Bir açılım, bir nevi iç dökme çabalarıydı; senin okumadığını bile bile yazmak buz üzerine yazmak gibi olsa da, içinden güzel denemeler çıkabilirdi.
Olmadı.
Anladım ki, sana mektup yazmak bile başlı başına bir işmiş.
Şimdi artık çıkıp da sevdiklerine sarılacağın günü bekliyorum. Mektupların örnekleri de herhalde internet sayfalarında olmasa da gönderdiğim mail sayfalarında duruyordur. Onları toparlayıp, Meclis’teki odanda sana muzipçe uzatacağım.
O gün gelecek Mustafa, eminim gelecek ve belki de kahkahalarla güleceğiz o gün.
Bininci gün; zorluklar, haksızlıklar, tecritler, yalnızlıklar içinde geçen bin gün...
Bir gün bitecek be Mustafa, tüm yüreğimle inanıyorum sevgili dostum.

Mümtaz İdil
Odatv.com

01.12.2011 10:55