25 Temmuz 2011 Pazartesi

ÜLKEMDE YAZACAK BİR ŞEY KALMADI

Stephen King, Kemik Torbası adlı romanın ilk elli sayfasında yazar tıkanıklığını anlatır.
Daha önceden kendine ısmarlanmış romanları yazamayan yazarların intihar bile ettiğinden söz eder.
Öyle ki, daktilonun başına oturduğu halde bir satır bile yazamayan yazarlar vardır.
Tıkanmıştır…
Tek söz bile edecek hali kalmamıştır.
Bu sözünü ettiğim, bir milyon doları peşinen cebine koymuş yazarlar.
Ülkemde yazacak şey kalmadı, değil bir milyon dolar, on dolar da verseniz aynı şeyleri yazan bir yığın yazarla karşı karşıyasınız.
Miguel Asturias’ın ünlü romanı “Yeşil Papa”da, Guatemala’daki muz cumhuriyetinin kuruluşu anlatılır.
Benim ülkemde Nişantaşı sosyetesi yazılıyor hala…
Bodrum’da kim kimin koynunda onu buluyorsunuz… Hala “Ah Minel Aşk”muhabbeti…
Berdel nedeniyle ölen çocuklar üçüncü sayfaların magazinlerini süslüyor…
Ortalık “dramdan” geçilmiyor, ama bu dramın nedenini anlatan yazarımız yok.
Varsa yoksa “Alaçatı” aşkları ve saire…
Victor Hugo ünlü “Sefiller” romanını, büyük Fransız Devrimi’nin yarattığı yeni burjuva düzeninin yarattığı yeni vesayet üzerine yazmıştı.
“Vesayet” şu veya bu şekilde her koşulda ve her devlet düzeninde zaten vardı.
Fransa, krallığın vesayeti üzerine devrim yaparken yeni bir burjuva vesayeti doğurdu.
Sovyetler Birliği, kapitalizmin vesayetini yok edeceğim derken polit büronun vesayetini yarattı, işçiler de sandılar ki, kendi vesayetleri ülkeye hâkim.
Şimdi de vesayeti ortadan kaldırıyoruz diyen AKP’nin yarattığı yeni vesayet ile karşı karşıya Türkiye.
Ama kimsenin o tarafa baktığı yok.
Vesayeti olmayan bir tek ülke gösteremezsiniz… ABD dev şirketlerin vesayeti altındadır, Avrupa kendi yarattığı burjuva vesayeti altında, Arap ülkeleri petrol ağalarının vesayeti altında, Afrika ülkeleri elmas tüccarlarının…
Vesayeti yok ediyorum derken yeni vesayetler yaratılıyor.
Zenginlik el değiştiriyor, bundan nemalananlar değişiyor; seninle benimle bir ilgisi yok.
Ülke batıyor, umurum değil… Cebimde param oldukça bütün dünya benim ülkem…
Mantık bu.
Bu mantığa ne kadar yakın oturursan da o derece rahat edersin.
Bu durumda yazacak şey de kalmıyor zaten. Ne Asturias’ın anlattıkları ne de Boris Pasternak’ın sızlandıkları bir işe yaramıyor.
Bunları ilk gören de varoluşçular olmuş zaten.
Sartre, Camus, Beauvoir gibi yazarlar…
Demişler ki, üç tür insan vardır: Sisteme uyanlar, sisteme uymaya çalışan güruh ve sisteme uyamayanlar.
Bizde iki türü bol miktarda mevcut: Sisteme uyanlar ve uymaya çalışanlar…
Sisteme uymayanı ara ki bulasın.

Mümtaz İdil
Odatv.com

25.07.2011 00:04

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.