15 Mayıs 2011 Pazar

YÜRÜYEN MERDİVENİ KİM İCAD ETTİ!

Matematiğin en önemli kilometre taşlarından biri olan“diferansiyel” hesabını Newton mu buldu, Leibniz mi?
“Bana ne, kim bulduysa bulmuştur,” deyip geçmek en kolayı. Sonuçta bu hesapamalar bugün kullanılıyor mu, ona bakın siz. Ama iş bu kadar da basit değil. Yaşamın “kilometre”taşlarını Recep Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun iki dudağı arasına sıkışmış olarak görürsek, dünyayı kavrayışımız da onların bize çizdiği sınırlar içinde kalmak zorunda. Oysa dünya öylesine geniş ve bilgi anlamında öyle sınırsız bir deniz ki, okudukça insan daha da bilgisiz olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor.
Yazılarımda genelde bilinmeyenlerden dem vurmaya çalışıyor, bildiklerimi yalan yanlış paylaşmaya çalışıyorum. Yanlışlar hemen okur tarafından düzeltiliyor ve bu da çok hoşuma gidiyor. Ama mesele bu değil, mesele şu seçim ortamında insanların yalnızca 12 Haziran sonunda Türkiye’nin siyasi tablosunun ne olacağı konusuna kilitlenmiş olması. Oysa istesek de istemesek de 12 Haziran gelecek ve geçecek. Bu dünyaya varoluşçuların deyimiyle “fırlatılmış” biz insanlar yine günlük yaşamımıza döneceğiz. Beklentileri olanlar beklentilerinin hayata geçmesi için çabalayacak, olmayanlar ise gündelik yaşamlarını sürdürecekler.
Gazı alınmış balon gibi sönecek bir siyasi yaşam sürecine gireceğiz. Gerçi Türkiye gibi demokrasinin henüz kendine yer bulamadığı yönetimlerde siyasi arenadaki renklilik öyle kolayca uçup gitmez, bir yığın konu gündeme gelecek ve yeniden kızışacaktır, ama insanların seçim öncesindeki hararetli tartışmaları güncelliğini sürdürmeyecektir.
Bu gibi durumlarda belki gerilere dönüp bakmakta, bilgi dağarcığını genişletmekte yarar var. Ama diyebilirsiniz ki, diferansiyel hesabını Leibniz bulsa ne, Newton bulsa ne? Bunun bize pratikte ne yararı var?
Kocaman bir yanıt: Hiç...
Yürüyen merdivenleri kimin bulduğunu bilmiyoruz, ama günde en az bir iki sefer biniyoruz. Onun gibi bir şey... Bakkaldan ekmek alırken diferansiyel hesabı yapmadığımıza göre, bırakın onlarla uğraşanlar uğraştıkları yerde kalsınlar.
...de, dünyayı kavramak dediğimiz zaman işte, bakkal hesabı, daha bilimsel adıyla “aritmetik” yetmiyor. Başka hesaplar da gerekiyor. O zaman belki iki bin yılı aşkındır insanoğlunun varoluş nedenini araştırması da bu yüzden.
Bundan da bana ne, denebilir aslında. Varsak varız, bundan sonra var olacaksak da bizim dışımızda güçlerin takdiridir...
Türkiye’nin yüzde sekseni buna inanmış durumda zaten. Dünyanın da önemli bir bölümü... Sonuçta olup olmadığı belli olmayan bir başka dünya için hazırlıklar yapılıyor. Bu dünyada her şeyin bittiğine inanan“uyanıklar” da öteki tarafa bilet keserken, burada afiyetle yaşıyorlar.
Bu noktada dünyayı kavramanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Hayatı bakkal, iş yeri ve ev üçgeninde dönen biri için kilometreyi doldurmak önemli olacaktır. Bunun için “iyi vatandaş” olarak yaşamak yeterlidir ve bunun bedelini alacağını düşünmektedir.
Ama bu dünyayı kavramaya çalışan beyinlerin sıkıntısı daha da büyüktür. Verilene razı olmaz, çünkü verilen bir başkası tarafından kendine sunulmakta, ama adı değiştirilmektedir. Oysa aklı çalışan, varoluş nedenini kurcalayan biri için başkalarının kendisine sunmaya hakkı olmadığını düşündüğü “dünya nimetleri”ni sorgulama başlayacaktır. Bu sorgulama da kendiliğinden oluşmamaktadır. Var olan bilgilerin üzerine bilgi eklemekle mümkün olabilmektedir ancak. Bu da mutsuzluğu getirecektir belki, ama en azından kişi “etrafında dönen” dolapların farkında olacaktır.
Buradan hareketle aynı anda bakılabilir neden Balzac, Stendhal, Zola, Dostoyevski, Tolstoy, Steinbeck okumak gerekliliği... Kitap okurken veya bir konu üzerine çalışırken kilit noktalardan yola çıkmanın zorunlu olduğunu fark etmesi gerek insanın. Dünyayı kavrayabilmenin onu mutsuz edeceğini bilmesi bile, bir başka kitlenin mutluluğu yoluna döşenmiş bir adet tuğladır.
Bu yazı da nereden çıktı diye sormayın. Bunu izleyecek yazılar bundan böyle, neden 19. Yüzyıl klasiklerini okumak, neden aritmetik dışında matematik bilmek, neden arabanın vitesi dışında “hız” problemlerini çözmek gerekliliğini de anlatacaktır.
Şimdilik bu kadarı bir başlangıç olsun.
Bu arada yürüyen merdiveni kimin icad ettiğini de söyleyeyim bari: 1892 yılında ABD'li Jesse Reno...

Mümtaz İdil
Odatv.com

15.05.2011 16:03

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.