31 Ağustos 2011 Çarşamba

ERGENEKON’A, “PASİF ÇALIŞIYORLAR” DİYE ÜYE BİLE OLMADIM

Eski Çekoslovakya cumhurbaşkanı Haşek’in benzer bir itirafnamesi vardır. Aklımda iki satırı bile kalmadı. Aradım, bulamadım.
Evet, bu bir itirafnamedir…
Doğum sırasında, anamla son bağlantım olan göbeğim kesilmeden biraz önce, göbek bağımla doktorun ellerini bağladım. Boynuna uzanabilsem, oracıkta hacamat edecektim, olmadı…
Emeklemeye başladığımda en hoşuma giden, kedi ve köpeklerin gözlerini oymaktı.
İlk adımları atmaya başladığımda babama göz diktim. Anneme kötü davranıyor, gereksiz zamanlarda gereksiz yere bağırıyordu, bir gün köprü kenarında dolaşmaya çıktığımızda onu korkuluklardan aşağı ittim.
Dört ve beş yaşlarım nispeten sakin geçti. Hemen her gece avazım çıktığı kadar bağırarak annemi hiç uyutmadım. Babamın ruhu bile duyamazdı, hakkın rahmetine kavuşalı iki yıl olmuştu çünkü.
Anaokulunda iki küçük kızı bir punduna getirip tuvalete kitledim, anahtarını da sobanın içine attım.
Yine anaokulunda bana kötü davrandığını düşündüğüm bayan öğretmenin bacağını masa ayaklarından biriyle kırdım. Masa ayaklarından birini bana müstahdem Halil bulmuştu. Onun da eline üç beş kuruş sıkıştırdım tabii…
İlkokul günlerim tam bir anarşizm ile doludur. Oyuncak tabancamla bir banka şubesi soydum, iki bakkalı haraca bağladım, bir de kuaför ayarladım anama…
Annemden de artık sıkıldığımda 9 yaşıma basmıştım. Bir gün diş fırçasının kılları arasına siyanür serpiştirdim. Zavallı kadıncağız, çabuk öldü ama ağzı çok köpürdü.
Haraç vermeyi reddeden bakkallardan birinin oğlunun kulağını kestim, haraç devam etti tabii ki…
İki Türkçe, bir matematik hocamın sandalyesine raptiye yerine takozlu çivi koyduğum için biri tetanostan öldü. Diğer ikisi yaşıyor ama sakat kaldılar, topallıyorlar.
Kuş gribinin bilinmediği dönemlerde, kuş gribi olan tavuklar yetiştirdim.
Şehir suyuna bol miktarda şap attım…
Liseyi bitirdiğimde artık silah tüccarıydım.
Eroin ve esrar işlerini yardımcıma bıraktım.
Beni bütünlemeye bırakan fizik hocamı işkence ile öldürttüm (artık ben elimi bile sürmüyordum böyle pis işlere).
“Kötü tohum” diye bir film izledim, tohumlardan birkaç ton ısmarladım, ama gümrük mevzuatı nedeniyle geçişine izin vermediler. Kaçak yoldan üç büyük torba elde ettim, ithalat izni vermeyen gümrükçüye bir avuç zorla yedirdim.
Sigara ve içki kaçakçılığına başladığımda Rus dili de öğrenmeye başlamıştım.
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde okurken, komünist olduğuna inandığım arkadaşlarımı ihbar ettim.
(İhbar hamişi: Bu arada Soner Yalçın’ın benden daha küçük yaşlarda daha da tehlikeli olduğunu, babasını ve annesini emeklemeye başlamadan önce fare zehriyle öldürdüğünü de ihbar etmek zorundayım. Barış Pehlivan’ı bilmezsiniz, kayınpederi ile kayınvalidesini işkenceyle öldürmek suçundan zaten Bulgaristan’da yargılanıyor. Barış Terkoğlu’nun kırdığı cevizleri bini aştı, ama anlatmayayım, yani İTÜ’nün duvarlarının dili olsa da o anlatsa… Doğan Yurdakul’un eşi sevgili Güngör ablanın dayak yemekten kanser olduğunu ise hiç yazmayayım isterseniz).
12 Eylül darbesini planlayanların arasında adım geçer.
Şu son kalkan “e-muhtıra”nın son cümlesinin noktası da bana ait… Hani, “yeter” babından…
Silahsızlanma konferansına hediye “kalaşnikov” gönderen (dolu bir de şarjör) de bendim, gazeteler kimin gönderdiğinin bilinmediğini yazdılar. Aha itiraf ediyorum, o bendim.
Usame bin Ladin’e ikiz kuleleri uçakla vurmasını ben önermiştim… Rahmetli kerata iyi becermişti işini…
Şimdilerde beni yerleştirmeyi düşündükleri bir sahilde dinlenmeyi düşünüyorum. Yoruldum artık.
Ergenekon’a, “pasif çalışıyorlar” diye üye bile olmadım.
Bilesiniz diye yazdım. Ben buyum işte…
Topladım, çarptım, böldüm… I-ıh… 69 yıl etmiyor…
Boynum kıldan ince…

Mümtaz İdil
Odatv.com

31.08.2011 13:19

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.