27 Şubat 2009 Cuma

VİCTOR HUGO AKP'Yİ NASIL ELEŞTİRİYOR?

“Sıkıyönetim yasası, sansür yasası, bankaları kurtarma yasası, cumhurbaşkanın yetkilerini kısıtlama yasası, sindirme yasası, halkı bilgisiz bırakma yasası, referandumu kısıtlama yasası, basını susturan ya da yalakalığa iten yasa...
Diyorlar ki, huzur ve güven bozulmasın...
Diyorlar ki, istikrar bozulmasın...
Diyorlar ki, başka alternatif yok...
Sonra da diyorlar ki, bu demokrasi...”

Anılar adlı kitabında Hugo, bundan yüz yılı aşkın süre önce bunları yazmış ve eklemiş:
“Demokrasi alternatifsizlikmiş gibi...
Yani, eğer alternatifi olmayan bir hükümetseniz, o zaman Sultan Süleyman’dan farkınız ne?”

Sefiller romanının girişinde şunları da yazıyor ünlü yazar: “Yüzyılımızın üç sorunu; erkeğin yoksulluk yüzünden alçalması, kadının açlık yüzünden düşmesi, çocuğun okumamışlık yüzünden yeteneklerinin yok olması, bunlar çözümlenmedikçe, bazı bölgelerde toplumun insanı boğması mümkün oldukça, başka bir deyimle, daha geniş bir açıdan, yeryüzünde cehalet, yoksulluk bulundukça, bu kitaplar yararsız olmayacaktır.”

1980 öncesinde, toplum siyasetin ve kültürün içinde harmanlanırken, bireyler de toplumun bu akışı içinde kendilerine yer bulabilmek, tartışmalara asgari müşterekte katılabilmek için bol bol okur, sinemaya gider, şiir dinletileri düzenlerlerdi.
Fikirlerin çatışması yeni fikirlerin doğmasına neden olurdu.
Dergiler, acımasızca eleştiri yazılarıyla dolar, Hrapçenko’dan Sartre kadar bir yığın edebiyat felsefecisinin makaleleri çevrilirdi.

Kimse bir diğerini salt “ekip oluşturmak” adlan pohpohlamaz, doğru bulmadığı şeyleri sanatın sınırları içerisine çekerek bir güzel “pataklardı”.
Okul kantinlerinde satranç turnuvaları düzenlenirdi.
Meydanlarda şiir okunurdu.

Kahvelerde siyaset tartışılırdı. Toplum alabildiğine hareketliydi. Uyuşmamıştı. Uyuşturulmamıştı.

Sanki herkes birer Hugo, Zola, Puşkin’di.
12 Eylül’ün taşlarını döşeyen “kaka” çocuklardı, cezalarını buldular. 12 Eylül’den sonra da “cici” çocuklar doğdu. Körlerin ve sağırların birbirini ağırladığı kısır döngü programlarla dağarcıklarını kısa yoldan doldurmaya, gazetelerin köşelerindeki yazılarla bilgilenmeye başladılar.

Artık kimse Ehrenburg’u, Şolohov’u, Steinbeck’i okuma gereği duymaz oldu. DVD’sini izlemek varken okuma zahmetine katlanmanın anlamı da yoktu.
Hatta, 19. Yüzyıl romanlarını okumanın ne yarar getirdiği sorgulanır oldu. Eisenstein’in siyah beyaz filmleri seyirci bulamadı.

Oysa Hugo’nun belirttiği gibi, bu eserler asla yararsız değildir. Çünkü onlar, size en azından şunu öğretir: Umut, sizi terk etmeye hazırlandığında yaşamaya  hazırsınız demektir.


A. Mümtaz İdil
Odatv.com

27.02.2009 00:00

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.