3 Ocak 2011 Pazartesi

BIKTIM ARTIK BUNLARI DUYMAKTAN

Boris Pastrnak “Dr. Jivago” kitabını yazdıktan hemen sonra Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı...
Gitmedi...
Daha da ünlü oldu.
Ömer Şerif’in, Julie Christie’nin, Geraldin Chaplin’in başrolü paylaştığı filmle sıra dışı bile oldu.
Film sıradan bir aşkı anlatıyordu.
Bunu anlatmak zor...
Yani aşkın sıradan olanını.
Çünkü fiziki yaşamda asla kendini ele vermez, ama sanatsal yaşamda hemen yakalanır...
Nasıl mı?
Franz Kafka, Milena’yla asla birlikte olmamıştır, ama herkes bilir ki Kafka’nın ölümsüz aşkıdır Milena.
Kolera Günleri’nde Aşk romanında Marquez artık tutkuyu da aşan bir aşkı yazmıştır... Hatta “işi çabuk bitirme” niyetinde olanların hiç hoşlanmadığı bir süre çocukluk yıllarında sevdiği kadını 51 yıl, 9 ay, 4 gün bekler.
Bunlar, iki tıklamayla ulaşabileceğiniz internet bilgisidir...
Ulaşamayacağınız bilgi is Balzac’ın Veutren’i ile Marquez’in benzerliğidir.
O kadar bıktım ve sıkıldım ki, her gün Kayseri yolsuzluğunu, Pennsilvania hikayelerini, Kürt çılgınlığını, CHP Parti Meclisi’nin bizi kurtarıp kurtaramayacağı ile ilgili yorumları okumaktan, Ahmet Hakan geyiklerinden, Bardakçı aymazlığından, edebiyatın yanından geçmeyenlerin vitrinlere çıkıp edebiyat dersi vermesinden... Çok sıkıldım.
Şükran Farımaz adlı Türkiye’nin en iyi öykü yazarlarından birinin anlattığı Marcel Proust’a bakma ihtiyacı hissettim. Serdar Turgut’un ise Marcel Proust’u hiç anlamadığını...

Gürer Aykal, Suna Kan, Fazıl Say, Kadir Dursun, Orhun Orhon, İsmet Orhan, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Şahin Çakmaklı, Veli Çabar, Doğan Yurdakul, Sinan Ergün, Nida Yılmaz, Ayla Erduran, İbrahim Karamemet, Ahmet Müfit, Ali Rıza Aydın, Bülent Serim, Yaşar Seyman, Gülşen Karakadıoğlu, Tugay Afat... Bir yığın dostumla konuşmak, “sanat” üzerine yazı yazmak istedim. Ne bileyim, Cangallar'dan viyolonsel dinlemek...
Sevgi denilen şeyin, bir dostun yanında dimdik olmak gerektiğini anlatmak, falan filan...
Ama bunlar insanı kurtarmıyor...
Bunlar sizin ekonomik durumunuzu da düzeltmiyor, Kürt sorununu çözmüyor, Çingeneleri sevmenize neden olmuyor, anma konserine gitmeniz için sizi heveslendirmiyor, Aleviler’in siyasi kullanımına tanık olmanızı da es geçmiyor...Aksine Yaşar Kemal’i “Kürt” diye nitelemenize, Fatih Akın filmlerini küçümsemenize, Zonguldak’ın yetiştirdiği en büyük öğretmenlerden Can Polat Pomay’ı unutmanıza, Ahmet Boyacıoğlu’nun filmini görmek bile istememenize neden oluyor.
Varsa yoksa çevresini aşağılama hakkını kendinde gören bir yığın ukalanın, cemaatçileri, cübbelileri karşısına oturtup ders anlatmaları.
Nedir bu gidiş?
Paris’te bir kahveye Vittorio Gasman girip de Elizabeth Taylor ile buluştuğunda, köşede Balzac oturmaktadır ve hiç sevmediği Aleksandre Dumas ile atışmaktadır...
Bir filmden kare elbette anlattığım... Gasman da büyük olasılıkla Paganini’yi oynuyor.
Böyle bir kültür ortamını özlüyorum.
Kurthan Fişek ile “adam asmaca” oynamak, Hıncal Uluç ile Patricia ile Fazıl’ın performansını tartışmak, Ahmet Yıldız ile eski edebiyatçılardan dilimler yakalamak, Peter Falk ile “Comiser Colombo”yu tartışırken yanımda Los Angeles eski Başkonsolosu Mehmet Emre'yi, görmek istiyorum.
Tunç Başaran’ın beni Triandafilis yerine niye oynatmadığını sorgulamak istiyorum, Triandafilis 17 yaşında bir kız bile olsa... Mehmet Yolyapar'ın Çorum Gazetesi'ndeki köşemde, Hasan Tuluk'un eserlerini yazmak istiyorum mesela... Altın Eller Ödülü'nü (Fransa) kazanmış ünlü bakır sanatçımızı
Bu ülke nereye gidiyor, bilmiyorum...
Diyarbakır’da Hamlet izlemek istiyorum.Nusaybin’de İpek Yol’un hemen yanında oturup Ganigat deresinin taşmasına şaşırmak.
Cizre’nin aşılmaz dağlarından karşı tarafa bakmak...
Yüksel kahvesinde çay içmek, Fatih kahvesinde de satranç oynamak istiyorum.
Bu kadarı çok büyük bir istek mi?
Bir fırsatını bulursam, Yılmaz Karakoyunlu ile Tomris Giritlioğlu'na soracağım.

Mümtaz İdil
Odatv.com

03.01.2011 23:27

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.